Mo, 29.Apr.2024 - 06:26
Dünya Klasikleri

Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler

Oscar Wilde
Yazar : Şakir Eczacıbaşı Şakir Eczacıbaşı,Bernard Shaw:Gülen Düşünceler yapıtından sonra; Oscar Wilde:Tutkular,Acılar,Gülümseyen deyişler adlı yeni çalışmasında, bu kez, tutuculuğa, dar görüşlülüğe, aşırı kuralcılığa başkaldıran ve böylece yepyeni görüşlere kapıları aralayan başka bir İrlanda´lı yazarı, Oscar Wilde´ı anlatıyor. (Sayfa Sayısı : 530)

Gazeteci Zeynep Oral'in kitapla ilgili yazisi:

"Sevgi, düş gücüyle beslenir : Düş gücü bizi bildiğimizden daha bilge, duyduğumuzdan daha iyi, olduğumuzdan daha soylu kılar ; yaşamı bir bütün olarak görmemizi sağlar. Nefretse, kör yapar insanı..."
Altını tekrar tekrar çiziyorum: "Sevgi, düş gücüyle beslenir... Yaşamı bir bütün olarak görmemizi sağlar. Nefretse, kör yapar insanı..."
Bu sözler Oscar Wilde'ın.
O, sevgilerini düş gücüyle, düş gücünü tutkularıyla besledi. Tutkularıyla, 19 Yüzyıl İngiltere'sinde "Victoria Çağı ahlakı"na meydan okuyacak, başkaldıracak, genel geçer kabul gören tüm değerler sistemini altüst edecekti. Tutkularıyla, dünyayı değilse de sanatı değiştirmeye çalışacaktı. Tutkuları nedeniyle üretecek, tutkuları nedeniyle başarının, mutluluğun, şan ve şöhretin doruklarında uçacak, tutkuları nedeniyle sonsuz acı ve çile çekecekti.
Bir süredir Şakir Eczacıbaşı'nın "Oscar Wilde - Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler" adlı kitabından koparamıyorum kendimi. (Remzi Yayınevi.) Kopmak kolay değil çünkü çok geniş kapsamlı bir eser. Saymadım ama yüzlerce kaynak kitap elden geçirilip, didik didik edildikten sonra , Oscar Wilde kişiliği, yaşamı ve tüm eserleriyle , çağının içindeki yerine yerleştirilmiş ve bunun anlamı irdelenmiş. Daha önce (1995'de) bir başka İrlandalı'nın, Bernard Shaw'un "Gülen Düşünceleri"ni sunmuştu bize Şakir Eczacıbaşı. Belli ki Oscar Wilde çalışmasının temelleri de daha o zamanlar atılmış.

İki İrlandalı

Bernard Shaw ve Oscar Wilde , yaşamları boyunca birbirleriyle ilgililer, yakın ilişkideler ama kişilikleri ve yaşamları taban tabana zıt. Shaw, hiç durmadan çalışan, sigara içki düşmanı, sağlığına düşkün , eyleme yatkın ; Wilde eyleme geçmekten, çalışmaktan hiç hoşlanmayan, içkiye yemeğe, yeryüzü nimetlerine düşkün , çekici her şeyin peşinden koşan, lükse, keyfe sefaya meraklı. İlki 94, ikincisi 46 yıl yaşayacaktı. Bir yıl arayla , İki İrlandalı genç, Dublin'i bırakıp İngiltere'ye geçtiler. 1874'te Oscar Wilde, 1875'de Bernard Shaw... "İngilizler İrlanda'yı fethetmişti; yapılacak tek şey gidip İngiltere'yi fethetmekti" diyordu Wilde. Uzunca bir süre İngilere'yi, en azından İngiliz sahnelerini fethettiler de. İngiliz tiyatrosunu neredeyse aralarında paylaştılar. Ancak sanata bakışları çok farklıydı. Shaw, sanatın bir işe yaramasından yanaydı. "Bir sanat yapıtı başka şeylere de yol açmıyorsa, sanat üretmek için kılımı bile kıpırdatmam " diyordu. Onun için tiyatro "bir bilinç uyarıcısı, toplumsal davranış yorumcusu, umutsuzluğa ve hasrete karşı bir silah deposu"ydu. Wilde ise tam tersi görüşü savunuyordu. "Kendinden başka hiçbir şeyi dışa vurmaz sanat"... Ona göre "bütün sanat, tümden yarar dışıdır".
Wilde'ın "Salome" oyunu yasaklandığında, Wilde iki açıklama yapmakla yetinmiş, Shaw ise elliyi aşkın protesto makalesi yazmıştı. Ve Wilde , Shaw'a yazdığı mektupta "İngiltere, entelektüel sislerin ülkesidir ;ortalığın aydınlanması için siz çok şeyler yaptınız" diyordu.
Bu iki dehanın ortak yanını Eczacıbaşı şöyle özetliyor: " Wide, dogmacılığa, ikiyüzlülüğe, maddeciliğe karşı sözcüklerin gizemli çağrışımlarından yararlanarak ; Shaw da tutuculuğa, gericiliğe, sömürücüleğe karşı sözcükleri birer kurşun gibi kullanarak Victoria Çağı İngiltere'siyle savaşacaklardı. Shaw da, Wilde da, keskin toplumsal eleştirirlerini , en ağırbaşlı, en çatık kaşlı insanları bile güldürerek dile getireceklerdi. Onların bu savaşımının Yirminci Yüzyılda özgür düşüncenin önünün açılmasında büyük katkıları görülecek, ikisi de İngiliz dilinin Shakespeare'den sonra en çok okunan yazarları olacaklardı." 

Sanat Anlayışı

Oscar Wilde Estetikçi Akım'ın öncülerindendi. Bu akım, Victoria Çağı ahlakına, toplumcu felsefelere, sanayi devriminin kentlerde yarattığı pisliğe, çirkinliğe ve renksizliğe bir tepkiydi. Wilde yalnız eserlerinde bu akımı savunmakla kalmıyor, yaşantısıyla, giyimi kuşamı, elinden düşürmediği zambaklarla, savunduğu mimari, dekor ve mekanlarla, sıradışı davranışları ve deyişleriyle , yarattığı skandaller ve olaylarla bu akımın örneğini oluşturuyordu.
İtalyan Rönesansı'ndaki gibi "insan ruhunun yeniden doğuşu" için şiirde, sanatta yeni yollar, yeni biçimler arıyor, güzelliği yüceltiyor "yeni coşku"nun peşinde koşuyordu. Ona göre doğada her şey uyum içindeydi. Bu uyumu bozan, çevresini kirletme, çirkinleştirme yeteneği bulunan tek yaratık, insanoğluydu. Güzelliğe, güzel şeyler üretmeye tutkulu olmak uygarlıkların bir sınavıydı. Yaşamı kutsal yapan tek şey güzellikti...
Oyunlar, şiirler, masallar, öyküler ve denemeleri birbirini izlerken, Oscar Wilde sosyalizmi , siyasal bir düzen olarak değil, yürürlükteki ahlak anlayışını, geleneksel tutumları değiştirecek bir kültür olarak görüyordu. İnsanoğlunun kişiliğini geliştirmek için bir yol... Geleneğe karşı değişimi, kurumlaşmaya karşı başkaldırıyı simgeliyordu. Kapitalizme karşı sosyalizmi savunması bundandı. Ama bu görüşleri fazla "bireyci" ve "paradoksal" bulunacaktı.

"Ahlaka uymayan..."

1895'de "Ahlaka uymayan aşırı davranışlar" la suçlanan Oscar Wilde'a açılan kamu davası onun sonunu hazırlayacaktı. Yalnız eşcinselliği değil, yaptığı her şey, yazdığı her şey, söylediği her şey (müthiş bir konuşmacıydı) ve ahlak-sanat ilişkileri sorgulanacaktı. Aslında suçlanan , değişim isteği, geleneklere başkaldırı, yaratıcı güç ve düşünceydi. (Kitabın en ilginç bölümlerinden biri bu davayla ilgili olanı. )
Belki de Oscar Wilde'ın tek "suçu", bir yüzyıl önce doğmaktı...
İki yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Tüm basın aleyhine döndü. Kitapları toplatıldı. Oyunları sahnelerden, adı afişlerden kaldırıldı. Karısı ondan boşandı, çocukları soyadlarını değiştirdi. İflas ettirildi. Hiçe saydığı "düzen", ondan öcünü alıyordu.
Dostları onu Fransa'ya kaçırmak için boşuna uğraştı. Kaçması, savunduğu her şeye ve kendine ihanet olurdu.
"Cezaevine atıldığım için azıcık bile utanç duymuyorum. Ama beni oraya gönderen yaşamın maddeciliği yüzünden büyük utanç duyuyorum. Elleri kelepçeli, tutuklu tek tip giysisiyle hapishaneye götürülmek üzere saatlerce tren istasyonunda bekletilmesini ve çevresine toplanan kalabalıkların onunla alay etmesini, ölünceye dek unutmayacaktı. İki yıl çok zor koşullarda kaldığı ve hastalandığı Reading Cezaevinde yazmayı sürdürdü. İki yıl sonra çıktığında Fransa'ya gidecek ve 1900'de orada ölecekti . Yakın dostu André Gide, cenazeye yedi kişinin geldiğini söyleyecekti.
Her satırında, yalnız geçen yüzyılı değil ,günümüzü de bana düşündüren bu sonsuz sabır ve emek isteyen kitap için Şakir Ezcacıbaşı'na teşekkür ediyorum... (532 Sayfa) www.turkkitap.de / Arka Kapak Yazisi. 
ISBN: 9789751408150
Yayın evi: Remzi Kitabevi
19,90 €
Değerlendirme
Yorum bulunmamaktadır: Yorum yazınız!